Bir Cinayet (Öykü)

Bir Cinayet

Akutagava’ya…

 

Katil

Evet, memur bey; onu ben öldürdüm, kabul ediyorum. Onu ilk kez, aşağı yukarı iki ay önce gördüm. Yağmurlu bir gündü, koşar adımlarla evime dönüyordum. Kaldırımın üstünde onu gördüğüm an olduğum yerde donup kaldım. Beş liralık Çin malı bir şemsiyenin altındaydı. Gözlerimi ondan ayıramadım; ancak tek gözüyle bana baktığında gözlerimi ondan kaçırıp, yoluma devam edebildim. Onu arkamda bıraktım; ama görüntüsü bir türlü zihnimi terk etmedi. Bütün gün onu düşündüm; kendimi onun yerine koymaya çalıştım, ama beceremedim. Onunla empati kurmak hemen hemen imkansızdı.

Sonraki karşılaşmamızda gözlerimi ondan kaçırmamayı başardım, göz göze bile geldim. Benim iki gözüm onun tek gözüne ısrarla odaklandı, kaçmadı. Ona para verdim. Beş lira. Hemen önünde duran, içi bozuk parayla dolu karton kutuya kağıt beş liramı attım. Benim beş liram da o paraların yanında yerini alır almaz, belli belirsiz bir inleme duydum. Tüylerimi ürperten ses, onun gövdeden ibaret olan bedeninden geliyordu. İnlemeye devam ettikçe; yarık dudaklarından tükürük sızmaya başladı, köpüklü beyaz tükürük uzadı uzadı ve yere düştü.  Tükürük düştüğü yerde genişlerken, yoluma devam ettim.

O günden sonra, onu ne zaman yolumun üstünde görsem ona para verdim; bazen bir-iki lira bazen beş-on lira, o an cebimde kaç para varsa artık. Hiçbir zaman, onun dilencilik yaptığı o sokaktan ona para vermeden geçmedim, o da her seferinde bana aynı tepkiyi verdi: İnledi, tek gözüyle bana baktı, yine inledi. Bana bir şey anlatmak istiyor gibiydi; ama dili dönmüyordu, eli kolu olsa en azından işaret diliyle anlatırdı derdini. Ne anlatmak istediğini çok ama çok düşündüm, çözemedim. O acıklı inlemesi ile bana ne anlatmak istediği bana dert oldu.

Bir hafta önce gördüğüm rüya, günlerdir çektiğim ızdıraptan beni çekip çıkardı. Onunla ilgili zihnimi tıka basa dolduran bütün sorular cevaplandı. Beyaz kanatlı, etrafına nurlar saçan bir melek rüyama girdi. O kutsal, davudi sesi ile aklımdaki soruları birer birer cevaplandırdı: “O zavallı adam, büyük acılar içinde ademoğlu; öyle büyük acılar ki iniltileri göğe yükseliyor. Rabbin kulağına kadar ulaşan bu bitmez tükenmez yakarış mutlaka sona erdirilmeli. Yukarıdakiler bile o adamın yaşadığı acıyı, işkenceyi, sefaleti gördükçe hayata küsüyor; ne yediklerinin ne de içtiklerinin keyfini alabiliyorlar. Uzun lafın kısası, Beni bu işkenceden kurtar, demek istiyor o sefil adam. Beni öldür, diye yalvarıyor inleyerek. Eğer onu öldürürsen çok çok sevaba girersin; cennetlik olursun valla, bu fırsat insanın ayağına bir kez gelir,” dedi ve bir anda yok oldu gitti.

Ona inandım tabii ki. Sizin rüyanıza bir melek girse ona inanmaz mısınız? Meleklere inanmıyor musunuz yoksa? Allah’a inanıyorsanız meleklere de inanmalısınız; birine inanıp birine inanmamak olmaz. Tutarlı olmalısınız. Tamam, sustum;  sinirlenmeyin, vurmayın ya sustum!

Pişman mıyım? Hayır, pişman değilim. Neden derseniz, ben onu içinde bulunduğu kötü durumdan kurtararak çok büyük sevap işledim, cennetlik oldum. Onun yanından geçip giden ya da ona sadece para vermekle yetinen insanlar o kadar kördü ki, onun yaşadığı acıları göremediler ve Rab bana bir meleğini göndererek beni bu sorunu çözmekle görevlendirdi. Ben de bu kutsal görevi seve seve ve gözümü kırpmaksızın yaptım. Asıl onu öldürmemiş olsaydım, şu an pişman olurdum.

Nasıl mı öldürdüm? Rüyayı gördüğüm gecenin sabahı koşa koşa onun yanına gittim. Beni görünce, yine acı acı inlemeye başladı; iyice yanına sokuldum. Bu sefer kutusuna para atmadım, onun yerine kafasını okşadım; yanık derisini parmak uçlarımda hissettim, titrediğini fark ettim, cebimden silahı usulca çıkardım, alnına dayadım ve tetiği çektim. İşte bu kadar basitti; eli ayağı tutan herkes yapabilirdi. Ancak şu yalan dünyada artık kimse kimseyi düşünmüyor. Eminim, şu an diğer dünyada çok daha mutludur ve bana duacıdır.

Söyleyeceklerim bu kadar. Allah taksiratını affetsin!

 

Melek

Saçmalık, memur bey. Baştan sona saçmalık. Bir melek bir insanın rüyasına girecek ve ona başka bir insanı öldürmesini söyleyecek, inanılacak şey mi bu ayol? Bir melek asla ama asla böyle bir şey yapmaz, yapamaz; çünkü bu, bizim doğamıza aykırı.

Evet, arada sırada insanların rüyasına girdiğimiz olur; ama onlara yardımcı olmak için yaparız bunu. Bazen onlara paha biçilmez öğütler veririz, bazen başlarına gelecek tehlikeler hakkında onları uyarırız. İlla ki rüyalarına girmemize de gerek yok bunları yapmamız için. Arzu edersek şekil değiştirerek gün içinde farklı suretlerde de insanlarla iletişime geçebiliriz. Amma velâkin asla ve asla bir insana başka bir insanı öldür demeyiz.

Hayır, hiçbir melek, hiçbir arkadaşım bunu yapmaz. İstese bile yapamaz ki; çünkü bizim yaratılışımızda bir damla bile kötülük yoktur, biz sadece iyilikten, saf iyilikten yoğrulmuşuz. Yüzde yüz iyilik ve yüzde yüz hizmet için Rab tarafından yaratılmışız. Başka hiçbir amacımız yoktur şu evrende, ne siyasi ne de mali.

Şüphelendiğim biri var aslında; gerçi onu siz de çok iyi biliyorsunuz kuzum. Zamanında kendisi de bir melekti; ama Âdem’in önünde eğilmeyerek Rabbe karşı gelen, bu yüzden cezalandırılıp Cennet’ten kovulan dünyaya sürgün edilen Şeytan. Tüm kötülüklerin anası ve atası olan Şeytan; bunu yapsa yapsa o yapar.

Bir melek suretine girip bahsi geçen olayı gerçekleştirmesi onun için çocuk oyuncağı. Çok daha kötü şeyler yaptığını kendi gözlerimle gördüm. Sırf meleklerin yüz binlerce yıllık tertemiz adına leke sürmek maksadıyla böyle bir şey yapmış olabilir. Amacı bizden öç almak ayol; cennetten kovulduğundan beri hep böyle komplolar kurar bize karşı. Kaç kez planlarını suya düşürdük, kaç kez; ama pes etmiyor gözü kör olasıca. Keçi inadı var onda, keçi. Ah o ne şeytandır, o.

Hayır, başka söyleyeceğim bir şey yok beyefendi. Hayırlı günler, kendinize iyi bakın.

 

Şeytan

Bunların ayakkabısına taş kaçsa sorumlusu ben oluyorum anasını satayım. İşim gücüm yok; melek suretine girip elalemin rüyalarına gireceğim. Ben böyle tırı vırı işlerle uğraşmam, ben büyük düşünür, büyük oynarım. Ben bir hadise çıkarırsam, yer yerinden oynar.

Hele o ne idüğü belirsiz meleğin söyledikleri yalan hem de kuyruklu yalan. Onların adını kirletmek gibi bir amacım katiyen olamaz. Ben yıllar yıllar önce onları defterimden silmişim. Öyle Âdem’in önünde eğilen, dünkü çocuğa el pençe divan duran varlıklarla işim olmaz benim. Herkes yerini bilecek kardeş. Rab, “Âdem’in önünde eğilin,” deyince herkes eğildi; bir ben eğilmedim, dedim ki “Sadece senin önünde eğilirim,” dedim, tamam mı? Sonuçta Âdem daha dünkü çocuk, haksız mıyım? Ben sadece yerin ve göğün yaratıcısının önünde, senin önünde eğilirim, dedim ve Rabbin önünde eğildim. Bunun için kötü olduk ama. Kovulduk, lanetlendik, sürgün edildik, hor görüldük, mağdur olduk, acılar çektik, derbeder olduk, neler çektik neler, bir ben bilirim bir…

Tamam, kötülük meleği olabilirim; ama dünyanın tek kötülük kaynağı ben değilim ki kardeşim. İnsanlar kendi içlerindeki kötülüklerin vebalini de benim üstüme atıyor. Komşu kızına bakarlar, şeytan yaptırdı derler. Zina yaparlar, şeytan kanıma girdi, derler. Adam öldürürler, şeytana uydum derler. Kendi isteklerinin arzularının esiri olup pisliklere bulaşırlar, günah işlerler ve suçu gelip benim üstüme atarlar. Beni bilen bilir, ben bireylerle uğraşmam, toplumlarla uğraşırım. Bir kişinin ölümü benim için hiçbir şeydir, elimin kiridir arkadaş; ne zaman ki binler, on binler işin içine girer, işte o zaman heyecanlanırım, akabinde mutlaka âleme gösteririm delikanlılığı. Çünkü biz var ya biz delikanlılığın kitabını ilk yazanız.

Sözün özü, ben o melek değilim; her zamanki gibi iftira atıyorlar bana, elalemin ağzı torba değil ki büzesin be birader. Hayır, mahkemeye gelemem; çok büyük bir iş peşindeyim, o işe odaklanmam lazım. Ama merak etme kardaş, avukatlarımdan birkaçını gönderirim.

Eyvallah, söyleyeceklerim bu kadar.

 

Kurban

(Diğer dünyadan yapılan canlı bağlantıyla kurbanın dile getirdikleri aşağıda yer almaktadır)

Ben Âdem Tatlı, öldürülen kişi benim. Öldürüldüğümde otuz beş yaşındaydım. Evet, engelliyim; daha doğrusu engelliydim. Doğuştan gelen kalıtsal bir rahatsızlıktan dolayı kolsuz ve bacaksız doğdum. Doğduktan iki gün sonra annem kolsuz ve bacaksız bir bebeği büyütemeyeceğine karar vermiş ve beni kaynar su dolu leğene atmış. Babam çığlıklarımı duyup gelmese, o gün o leğende hayatımı kaybedermişim. Ölümden dönmüşüm; ama çok feci bir şekilde yanmışım, o günden kalan yaraları bir ömür taşıdım. Zaten kolum ve bacağım olmadığından, normal insanlar için dayanılmaz bir görüntüye sahiptim; yanıklarla daha da katlanılmaz bir görüntü oluşturdum.

Bu arada konuşmak, cümleler kurmak ne güzelmiş. Yaşarken hiç konuşamadım, tek yapabildiğim gırtlağımdan anlamsız sesler çıkarmaktı. Ama hep duydum, dinledim; ben de konuşmak, hissettiğim şeyleri dile getirmek ve dinlenmek isterdim. Ne yapalım, ölümden sonrasına kısmetmiş.

Hayır, memur bey, hiçbir zaman ölmek veya öldürülmek istemedim. Biliyordum, acınacak bir durumdaydım, ne yürüyebiliyordum, ne konuşabiliyordum, üstelik insanları görüntümle ürpertiyordum; ama mutluydum. Nefes almaktan, esen rüzgârı yanık tenimde hissetmekten, yüzümü güneşe dönüp güneşin sıcaklığını yüzümde hissetmekten, bebekleri ve çocukları izlemekten, insanları gülerken görmekten zevk alıyordum. Sizin gibi, herkes gibi ben de yaşamaktan keyif alıyordum. Belki size bu durum garip gelebilir, sonuçta çok kötü bir durumdaydım, evet; yine de hayatta olmaktan, insanların arasında olmaktan tarifi imkânsız bir mutluluk duyuyordum. Mutlu olmak için elle tutulur hiçbir sebebim olmasa bile…

Katile inlememin sebebi ona teşekkür etmekti. Ne zaman yanımdan geçse bana para verirdi, hem de öyle bir-iki lira değil; bazen on-yirmi lira bile verdiği olurdu. Bir de kendisi gözlerime korkmadan, çekinmeden bakan nadir insanlardandı. Diğerleri gibi beni görünce yüzünü buruşturmuyor, fısır fısır dua etmeye başlamıyordu. Benden iğrenmiyor, bana acımıyordu. Beni anlamaya çalışıyordu, kendini benim yerime koymaya çalışıyordu, fark ediyordum. Bundan dolayı ona teşekkür etmek istiyordum ve elimden gelen tek şey inlemekti.

Onun hapse düşmesini istemem. Aslında iyi bir insan, saf temiz biri; ama ciddi ruhsal sorunları var, bundan eminim. Bu yüzden onun hapse atılması demek, onu ölüme göndermek demek. Hapiste onu ya diğerleri ya da kendisi öldürür. Bence yapılması gereken, onu bir akıl hastanesine göndermek. Belki orada doktorların yardımıyla iyileşir ve tekrar hayatına kaldığı yerden devam eder.

Hayır, ondan şikâyetçi değilim. Onun cezalandırmasını da istemiyorum.

Şu anda söylemek istediklerim bu kadar. Kolay gelsin.

 

*

Katil, Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde günlerini geçiriyor…
Melek, hizmet peşinde bir o dünyaya bir bu dünyaya koşturup duruyor…
Şeytan, silahların konuştuğu bir mafya hesaplaşmasında kulağından yaralandı…
Kurban, arafta bekliyor ha bekliyor ha bekliyor ha…

Sitedeki diğer öyküleri okumak için tıklayınız: Öyküler