Hevesi Kirpiğinde – Polat Özlüoğlu

Hevesi Kirpiğinde

Polat Özlüoğlu, NotaBene Yayınları’ndan çıkan ikinci öykü kitabı “Hevesi Kirpiğinde” ile coğrafyamızda yaşanan acıların, katliamların, cinayetlerin, kayıpların öykülerini kaleme alıyor. İnsanın aklına, İbn-i Haldun’un “Coğrafya kaderdir” sözü geliyor. Ancak kader denilip geçilmiyor yaşananlara. Yazdığı öykülerle Özlüoğlu, yaşadığımız bereketli topraklarda cehennemi yaşamak zorunda kalanların tanıklığını yapıyor ve bu tanıklığa bizi de ortak ediyor. Unutmayalım, affetmeyelim, görmezden gelmeyelim diye.

Kitapta on kısa öykü yer alıyor. İlk öykü, “Elimi Tuttun”; son öykü ise “Elini Tuttum”. Bu iki öykü birbiriyle bağlantılı ve 10 Ekim Ankara Katliamı’nı konu alıyor. Bir baba ile kızının, Barış Mitingi’ne gidişi, heyecanı, umudu ve katliamda yaşadıkları dile getiriliyor. Özlüoğlu, o kara günü çarpıcı bir şekilde betimliyor:

“Kapkara bir bulut oldu Ankara, puslu bir sis gibi çöktü üzerimize. Ellerimiz, ayaklarımız, ağzımız, yüzümüz başka başka bedenlere tutunmuş, canımız, ciğerimiz, yüreğimiz birbirine karışmış, aklımız, fikrimiz, gözümüz geride bıraktıklarımızda yattık öylece garın önünde. Hepimiz parça parça dağıldık taşlara, selamsız, sabahsız, duasız saçıldık etrafa.” (syf. 13)

Kitaba adını da veren, “Hevesi Kirpiğinde” öyküsünde Özlüoğlu, 90’lı yıllarda gözaltında kaybedilen bir gencin öyküsünü gözler önüne seriyor. Fakat öykünün kahramanı kaybolan genç değil, kaybolan oğlunu arayan babası İrecep. Babanın, köyden İstanbul’a gelişine, şehirde yaşadığı şaşkınlığa, karşısına çıkan zorluklara ve acı haber karşısındaki çaresizliğine ve ardından inadına şahit oluyoruz. İrecep’in eşiyle beraber, Cumartesi Anneleri’nin bir parçası haline gelişi şöyle anlatılıyor:

“Güneş, beton ormanların ardından göz kırparken şehre, kocaman demirden kapısı ile onları bekleyen asırlık lisenin önüne geldiler. Birken on, onken yüz oldular. Hepsinin yüzünde aynı tanıdık bakış, aynı bildik acı, aynı ümit, aynı bekleyiş vardı. (…) Hepsinin kucağında bir fotoğraf vardı, kaybettiklerinin, henüz geri gelmemişlerin, topraksız uyuyanların fotoğrafları.” (syf. 39)

Kitaptaki diğer öykülerde kadın cinayeti, göç, savaş, çocuk evliliği, trans cinayeti, F tipi gibi konular kitabın merkezinde yer alıyor. Bu yüzden, öykülerin acı yoğunluğu epey fazla. İnsanın canını yakan, ruhuna işleyen, etkileyici, çarpıcı öyküler. Son Gemi Dergisi’ndeki söyleşisinde Özlüoğlu, öykülerinin neden hep acı dolu olduğunu şöyle açıklıyor:

“Keşke mutlu öyküler, umutla biten hikâyeler anlatabilsem sizlere. Keşke dudaklarınızda bir tebessüm bırakabilsem ama olmuyor. Kalemimden deftere akan mürekkep hep kırmızıya çalıyor, hep acıya boyuyor, hep kedere duruyor kelimeler bu ara. Beş yıldan fazla bir süredir düzenli olarak yazıyorum ama bu öykülerin neredeyse tamamı hüzün ve ölüme adanmıştır.” (1)

Özlüoğlu’nun öykü dili, şiire yakın bir tona sahip. Acıyı, öfkeyi, umutsuzluğu, sabrı ve nice duyguyu dile getirmek için kurduğu dil oldukça başarılı. Kurgudan ziyade, duygusal yanı daha ağır basan bir dili var yazarın. Kitabın başında ve sonunda Didem Madak’ın şiirlerinin olması, yazarın şiire olan düşkünlüğünün de açık göstergesi.

Özlüoğlu’nun bir sonraki öykü kitabında, açtığı bu yoldan mı devam edeceğini, yoksa yeni bir yolda mı ilerleyeceğini doğrusu merak ediyorum.


Sitede yer alan diğer incelemeleri okumak için tıklayınız: İnceleme