Leonardo Di Tokatçı (Öykü)

leonardo di tokatçı
leonardo di tokatçı

“Tıklım tıkış bir halk otobüsünün ortasında, son nefesini veren bir balık misali çırpınıp duruyordu. Ağzından beyaz köpükler çıkarırken, en kalpsiz insanın bile içini burkacak tonda inliyordu. Başına yeterince insan toplandığını gördüğünde sakinleşti.

Abartmanın gereği yok, diye düşündü. Ustamın kulakları çınlasın, her şeyin fazlası zarar, oyunculuğun bile, derdi.

İnsanları tokatlayarak elde ettiği, toplam yüz elli lira elli kuruşluk kazancı cebine koyduğunda, görevini layıkıyla yerine getiren bir insanın iç huzuruna sahipti.

Bu işin bir Oscar’ı olsa, şu göz yaşartan oyunculuğumla mutlaka ödülü kazanırdım. Kazanamasam bile, kesinlikle Leonardo Di Caprio misali defalarca ödüle aday gösterilirdim.(*)

Yeni gösterisini yerine getirmek için kentin diğer ucuna doğru yol alırken, mendil satan bir Suriyeli çocuk önünü kesti. Çocuğa elli kuruş verdi, mendil almayı unutmadı.

Yazık, çok yazık, Allah’ım sen bizi…”

 

Kitapsız bir yazarın -kelimenin her iki anlamı da ona uyuyordu- aklından geçirdiği cümleler tam tamına yukarıdaki gibiydi. Hemen iki adım önünde, sara hastası bir gencin ağır bir nöbet geçirmesini kayıtsız gözlerle izlerken, zihin perdesinden akıp gidiyordu sözcükler. Otobüsün en arkasından dahi saralı gencin yardımına koşan insanlar olmuşken, o yerinden kıpırdamamıştı. Yüz ifadesi soğuk mu soğuktu, değişmemişti.

Bir kamera dikkatiyle sara hastası genci, ona yardım edenleri, söylenenleri, el kol hareketlerini, yüz ifadelerini, ses tonlarını, çevreyi, kokuları ve daha birçok şeyi zihnine kaydediyordu. En küçük bir ayrıntıyı dahi kaçırmamaya özen gösteriyordu.

Sara hastası genç kendine geldi, etrafındakilerin desteğiyle bir koltuğa oturdu. En yakın marketten bir koşu getirilen suyu içti, yardım edenlere teşekkür edip bir şeye ihtiyacı olmadığını anlattı. Hastaneye gitmesine gerek yoktu. Sık sık başına gelen bir durumdu.

Yolculuk kaldığı yerden devam ederken, yazar garip bir ruh hali içerisindeydi: Parmakları fena kaşınıyordu. İyi bir öykü çıkacak bundan, diyordu.

Hissediyorum; öykü geliyor, oluşuyor, vücut buluyor, ete kemiğe bürünüyor. Bir an önce eve ulaşmalı, dizüstü bilgisayarımı açmalıyım. Beethoven’ın Yedinci Senfonisi’ni açıp, beynimdekileri sıcak sıcak yazıya dökmeliyim.

Yazmalıyım, yazmalıyım, yazmalıyım…

O an, Sait Faik’in “Yazmasaydım deli olacaktım” sözü aklına geldi.

Yazmasam delirir miydim?” diye sordu.

Yazmadan da delisin sen,” diye cevapladım.

Gülümsedik.

 

(*) İşbu öykü, Leonardo Di Caprio’nun 88. Oscar Ödülleri’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü almasından önce yazılmıştır.


Sitedeki diğer öyküleri okumak için tıklayınız: Öyküler 

 

Türkiye’nin İlk Amok Koşucusu Nuri (Öykü)