19. yüzyılda yaşamış olan Fransız yazar Gustave Flaubert, Dünya Klasikleri arasında yer alan ve edebiyat dünyasında önemli bir yere sahip olan Madame Bovary romanıyla tanınmaktadır. Realist akımın başlangıç noktalarından biri olarak kabul edilir bu eser. Ancak Flaubert’in edebi dehası sadece Madame Bovary ile sınırlı kalmamış, bir diğer önemli eseri olan Ermiş Antonius ve Şeytan ile de edebiyat dünyasında kalıcı iz bırakmıştır.
Ermiş Antonius ve Şeytan, yalnızca içeriğiyle değil, aynı zamanda biçimiyle de dikkat çeken bir eserdir. Çevirmeni Sabahattin Eyüboğlu’nun da önsözde belirttiği gibi, bu yapıtın kendine özgü bir formu vardır. Eser, klasik bir roman formatından ziyade, bir tiyatro ya da film senaryosunu andıran bir yapıya sahiptir. Bu yönüyle, Alman yazar Johann Wolfgang von Goethe’nin ünlü eseri Faust ile benzerlikler taşır.
Goethe’nin yaşamı boyunca üzerinde çalıştığı ve sürekli olarak geliştirdiği Faust gibi, Flaubert de Ermiş Antonius ve Şeytan üzerinde büyük bir titizlikle çalışmış ve eseri üç kez baştan sona yeniden yazmıştır.
Eserin konusu, Mısırlı rahip Aziz Antonius’un Şeytan tarafından sınanmasını merkeze alır. Aziz Antonius’un bu sınavı, Michelangelo ve Hieronymus Bosch gibi büyük ressamların tablolarına da konu olmuştur. Nitekim, Flaubert bu eseri kaleme alırken iki temel esin kaynağından yola çıkmıştır: Geleneksel bir Aziz Antonius tiyatro oyunu ve ressam Pieter Bruegel’in, Antonius’un Şeytan ile mücadelesini betimleyen tablosu.
Ermiş Antonius ve Şeytan, içerik bakımından tam bir dinler tarihi şöleni sunar. Eserde, İslam öncesi pek çok dini inanışa ve mitolojik unsura göndermeler yapılır. Yunan, Roma, Hindu gibi pek çok kültürün dini öğeleri, diyaloglar ve sahneler aracılığıyla okura aktarılır. Bu çeşitlilik, eseri yalnızca edebi bir metin olmaktan çıkarıp, aynı zamanda dini ve felsefi bir inceleme alanına dönüştürür.
Ancak bu yoğun içerik, eseri her okuyucu için kolay bir metin haline getirmez. Konuya dair yeterli bilgi birikimine sahip olmayan okurlar için Ermiş Antonius ve Şeytan, zorlayıcı bir deneyim sunabilir. Bununla birlikte, metne eşlik eden kısa dipnotlar, okur için bir rehber görevi üstlenir ve eserin derinliğini daha erişilebilir kılar.
Flaubert’in bu eseri, yalnızca bir edebi yapıt olarak değil, aynı zamanda sanatlar arası bir köprü ve dinler tarihine yönelik bir panorama olarak değerlendirilebilir. Yazarın gerçekçilikle mistisizmi bir araya getirdiği bu eser, edebiyat tarihinde özel bir yere sahiptir ve farklı disiplinlerde araştırma yapmak isteyenler için de önemli bir kaynak olma özelliği taşır.
Sitede yer alan diğer incelemeleri okumak için tıklayınız: İnceleme