“Bir elimde beş parmak, bir elimde beş parmak. Say bak, say bak, saaaaaay bak…”
Dalıp gitmişim, neyse ki Zeynep’in sorusuyla kendime geliyorum: “Öğretmenim, öğretmenim. Bir şey mi oldu?”
Nasıl anlatabilirim ki onlara aklımdan geçenleri. Öğrencilerimin meraklı gözlerine bakıyorum. Sessizlik sarıyor sınıfı. Rahatsız edici, olmaması gereken bir sessizlik.
Bir soruyla sessizliği bozuyorum: “Türkiye’nin komşularını kim sayacak bakalım?”
Parmaklar kalkıyor heyecanla. Bakıyorum neşe dolu öğrencilerime. Gözüm onların incecik parmaklarına takılıyor.
Bir, iki, üç…
Bir, iki…
Bir, iki, üç, dört…
Bir…
On beş kişilik sınıfta, bir elinde beş parmağı olan bir öğrenci arıyor gözlerim. Ne yazık ki bulamıyor.
Sorun sadece parmaklarda olsa iyi; Nuray’ın sadece bir gözü var, Mehmet’in bir kolu yok, Fatma’nın bir bacağı işlevsiz halde, Zeynep’in bir elinde sadece iki parmak var… Daha fazla saymamın bir anlamı var mı?
Seneler önce, on binlerce insanın ölümüne sebep olan bir nükleer santral kazası ve sonuç, korku filmlerinden çıkmış gibi bir yeni nesil. Benim gibi yaşlılar hala bu duruma alışamamış olsa da gençler artık bu durumu kanıksamış. Hatta bedensel kusuru olmayanlar garipsenir olmuş.
Metroda, sokakta, okulda biraz korku biraz merakla bedenimde kusur arayan bakışlar…
Zeynep kalkıyor, Türkiye’nin iki komşusunu sayıyor. Gururlu ve mutlu bir şekilde oturuyor.
Aklımda yine aynı nakarat çalıyor: “Bir elimde beş parmak, bir elimde beş parmak. Say bak, say bak, saaay bak….”
Öğretmen masasının üstünde duran, kırışıklarla dolu ellerime bakıyorum.
Parmaklarımı sayıyorum:
Bir, iki, üç, dört, beş!
Zeynep yine sorusuyla beni kendime getiriyor: “Öğretmenim, sizin elinizde neden beş parmak var?”
Sitedeki diğer öyküleri okumak için tıklayınız: Öyküler