Roket 1. ve 2. Sayıların İncelemesi (Arda Demirkale)

Roket 2

SAYI 1

“Roket” (Metin Uçar) bizi bir uzay filosunun keşiflerine ve teknik sıkıntılarına ortak ediyor, böylece ekibin parçasıymışız gibi ‘şimdi ne olacak?’ diyoruz ve hiç sıkmadan akıyor.
“Piyango” (Ruhşen Doğan Nar) hikayesindeki Deli Dumrul bağlantısını daha örnek gelmeden anladım, hoş bir ayrıntı. Ayrıca Azrail tasviri bana Biz’deki Velinimet’i hatırlattı. Böyle revaçta bir konuyu akıcı hale getirmek başarı bence.
“Fıkracı”nın (Emre Bozkuş) girişindeki iddialı notu görünce ‘eyvah, berbat bir hikaye geliyor’ demiştim ama hiç öyle olmadı. Isaac Asimov Türk olsaydı herhalde Ben Robot’un hikayelerinden biri buna benzerdi. Okurken çok eğlendim ve sonu da ilginç oldu.
“Çaresiziz” (Faruk Korkmaz) için hoş bulmadığım tek kısım arada bir dilin fazla ağdalı olmasıydı, ki bu da ufak bir pürüz. Ana fikri ve kurguyu bayağı beğendim.
“Zaman Paradır”ın (Orkun Uçar) sonundaki not biraz hüzünlendirdi, sağlık olsun diyelim. Öyküdeki sistemi ayrıntılı biçimde anlatmasını gayet iyi buldum. Keşke Gazi-i Namdar Şehid-i Âlâ Hürriyet kahramanı İsmail Enver Titan’ı daha iyi tanıyabilseydik 😀
“Yanıt” (Fredric Brown – Çeviri: İsmail Yamanol) hikayesinin değiştirilmiş bir versiyonunu ta lisede derste okumuştuk. Hikayenin konusu ve o sonu hep aklımdaydı ama esas halini ya da yazarını hiç bilmiyordum, burada rastlamak büyük sürpriz oldu.
“Galaksilerarası Müze Gezisi” (Ümit Büyükyıldırım) esasında yine çok kullanılan bir ana fikre dayalı, ama bunu bir ilkokul çocuğunun bakışıyla okumak nispeten ilginçlik katmış.

 

SAYI 2

İkinci sayıya baktığımda ise üslubu birbirine benzer ama konu olarak çok geniş bir aralıkta yazılmış öykülerle karşılaştım.

“20:00-24:00” (Aşkın Güngör) için çerezlik diyeceğim. Gidişatın tahmin edilebilirliğine rağmen sıkılmadan okudum.
“Aurafer” (Melisa Parlak) hikayesinin kurgusunu çok güçlü buldum. Yazarın yeni bir icadı anlatması ve buna isim türetmesi pek hoşuma gitti. Ben de şahsen geleceğe dair yaratıcı kelimeler türetip kullanmayı çok seviyorum, ama farklı olarak ben genelde Türk dilleri ve lehçeleri, eğer yetmezse diğer doğu dillerinden gitmeyi tercih ediyorum. Onun dışında keşke olayın magazin tarafına bu kadar fazla odaklanmasaydı diye düşünüyorum. Ama bu haliyle de bilim kurgu sevmeyen kimselerin ilgisini çekebilecek bir hikaye, bense aksini tercih ederdim.
“Spagettifikasyon” (Toprak Şems Tezcan) öyküsünün ana fikri aktarma biçimini beğendim, bilim kurguyu araç olarak güzelce kullandığı kanaatindeyim, ama keşke Uçan Spagetti Canavarı’nın Kutsal Kitabından bu kadar fazla alıntı yapmasaymış diyorum. Kendim için konuşacak olursam, zaten söz konusu kitabı okuduğum için verip verebileceği tüm ayrıntıları biliyorum ve orada başka bir şey okumayı amaçlıyorum. Kendi kurgusuna biraz daha güvenmesi hoş olurdu.
“Bir Maskeli Balo ve Onun Sahte Yüzleri” (Ayşegül Yalvaç) için de öncekiler için dediğimin biraz fazlasını diyeceğim. Sansür ve taciz gibi konulara dikkat çekmek iyi güzel ama bir yerden sonra mesajın içinde kayboluyoruz, dahası artık ‘ee bilim kurgu nerede?’ diye insan sorma ihtiyacı hissediyor. Bir Black Mirror bölümü senaryosu olarak çok iyi giderdi ama ekranda değiliz, kağıttayız.
“Bakanlıklar” (Ali Okan Pandar) yine ayrıntılı anlatımı ile ilgimi çeken bir hikaye oldu. Ayrıca yer yer ürkütücü ve trajikomik olmayı da başardı.
“Beyin Estetiği” (Mehmet Berk Yaltırık) Matrix’i 1984’e bölüp Cesur Yeni Dünya ile çarpmış sanki. Üslubu sayesinde gayet akıcı olan bir hikaye ve konformizmin teknolojiye etkisini iyi işlediğini düşünüyorum.
“Gomeda” (Bünyamin Tan) boyut değiştirme gibi sevilen bir konuyu gayet özgün biçimde işlediği gibi işin içine yerelleştirme de katıyor olması benim hoşuma gitti. Kral Anitta’nın metnini daha önce de okumuştum ve diyeceklerini biliyordum ama nispeten kısa (ben olsam daha da kısa tutardım) bir alıntı ve çoğu okur için ufuk açıcı olmuş.
“Dünya Kimseye Kalmaz Demeyin” (Erhan Sonsel) kısa ve çok etkili bir hikaye olmuş. Dahası bana yıllar önce okuduğum Terry Bisson’un ‘Etten Yapılmışlar’ adlı hikayesini hatırlattı.
“İradenin Sonu” (Sabahattin Cömertpay) gerçekten insanın kafasını zorlayan bir hikaye olmuş. Gerekse anlatımı, gerekse bölümlerin birbiri arasında ve kendi içerisindeki tuhaflıkları hikayeyi çok ilginç ve güzel kılmış.
“Hollywoodland” (Efe Sarıtunalı) aslında fena olmayan bir hikaye, ama süper kahraman hikayelerinin bilim kurguya dahil olması konusunda hislerim biraz karışık. Yine de o kısmı siz daha iyi bilirsiniz diyeceğim. Hikayenin kendisi ile ilgili ise iyi aktarılmış diyebilirim, keşke çizgi roman halinde görebilsek.
“Dönüşüm” (Fatih Aşgün) içinse hikayenin başında yaptığı imaya rağmen sonunun çarpıcı olduğunu söyleyebilirim, çünkü hikayenin kahramanıyla birlikte adım adım buraya geliyoruz. Hikayenin sizi içine alması zannedersem tam da bu demek oluyor.


Not: Roket Bilimkurgu Öykü Dergisinin 3. sayısını şuradan edinebilirsiniz.