O gün bize bir hâller oldu.
Yoksul ve soğuk öğrenci evimize tuhaf bir rüzgâr girdi; nereden geldiğine anlam veremediğimiz. Ateşten bir ruh, her birimizin donmuş kalplerine doldu sanki. İçimiz, dışımız o kış gününde sıcacık oldu.
Battaniyeye sımsıkı sarılmış Nihat, “Kim kombiyi açtı lan?” diye sordu, “Sıcak bastı.” Üstündeki kirli battaniyeyi yere attı. Emektar kanepede, kalın yorganın altındaki Dursun, telefon ekranından başını kaldırmadan, “Ne kombisi, kanka ya? Faturayı ödeyemediğimiz için kaç gündür doğalgaz kesik,” diye yanıt verdi. Ama üstündeki yorganı da tekmeleyerek bir kenara fırlatmayı unutmadı. Terlemeye başladığımı fark edince, ben de üstümdeki montu çıkarıp “Allah Allah, içerisi harbiden ısındı!” dedim.
“Acaba binada yangın mı çıktı?” diyerek telaşlandım. Evin kapısını açıp koridoru bir köpek gibi kokladım, pencereden kafamı çıkarıp apartmanın alt ve üst katlarına baktım. Hiçbir sıkıntı yok. “Hayırdır inşallah?” diyerek çalışma masamın başına geçtim. Öyle tatlı bir ısı sarmıştı ki fakirhanemizi, gürül gürül yanan bir sobadan daha iyiydi.
O günkü tuhaflıklar bununla kalmadı. İyi ki de kalmadı! Her birimiz unutamayacağımız, inanılmaz mucizeler yaşadık. Örnek mi?
Nihat’la başlayalım; kendisinin tam bir iddia canavarı olduğunu söyleyebilirim. Kaç senedir ev arkadaşıyız, bir gün bile iddia oynamadan yastığa başını koyduğunu hatırlamıyorum. Uyumadan önce dişlerini fırçalamak gibi bir şey onun için.
Ama Allah var, oynarken kendini kaybedip varını yoğunu harcayanlardan değil. Borca harca girmez. Kimseye zarar vermez. Küçük ve istikrarlı oynar; bazen kazanır, bazense kaybeder. Hayatın kendisi gibi.
O gün Nihat, evdeki doğaüstü sıcaklık sayesinde üstündeki battaniyeden kurtulur kurtulmaz odasına geçti. Kendisini bir acayip hissediyordu. Sıcaktan ötürü değil ama. İçinde garip bir his vardı.
İddia oynarken nadiren buna benzer bir hisse kapılırdı. Ve adını koyamadığı bu ruh hâliyle ne zaman oynasa kazanırdı. Ama o anda hissettikleri, öncekilere göre çok daha güçlü ve farklıydı. Vakit kaybetmeden bilgisayar masasına oturdu. Kırk yılda bir ayağına gelen bu şansı boşa harcamak istemiyordu.
Günün maçlarını dikkatlice gözden geçirdi. Güm güm atan kalbinin sesini dinleyerek bir kupon hazırladı. Ama ne kupon! Tutması tam bir mucize olurdu. Banka hesabındaki tüm para olan bin küsur lirayı iddiaya yatırdı. Ya zirvelere çıkacaktı ya da çukurun dibini boylayacaktı.
Dursun’a geçelim. Dursun, üniversite hayatım boyunca gördüğüm en çapkın erkek olma şerefini taşıyor. Adam inanılmaz yakışıklı ve boylu boslu olmakla kalmıyor, adamda şeytan tüyü de var; ama hatasız kul olmaz derler ya, tek eksiği var: Para. Bizim gibi, öğrencilerin çoğu gibi çulsuz. Yine de ilk iki özelliği, para eksiğini iyi-kötü kapatmaya yetiyor.
Kendisi asla tek bir kız arkadaşla yetinmeyi bilmez. Maymun iştahı var ne de olsa. Sürekli gözü yeni avlarda. Her zaman gözüne kestirdiği avı yakalayamaz. Doğadaki tüm avcıların bildiği bir şeydir: Her av başarılı olmaz.
Ama bir türlü elde edemediği bir av var; yıllardır peşinde koştuğu, Pelin. Ne zaman kafası güzel olsa, dilinden düşmez Pelin. Kafamızı şişirir. Günün sonunda mutlaka kızı arar, rahatsız eder; ama bir işe yaramaz. Farklı dünyanın insanı çünkü kız. Baba müteahhit, anne kafe sahibi ve para bok gibi.
O gün Nihat’la ben odalarımıza geçer geçmez, salonda yalnız kalan Dursun, evin sıcaklığıyla kalbindeki Pelin aşkının küllerinin de ısındığını hissetti. Zar zor söndürdüğü aşkın alev almasıyla içi bir hoş oldu. Kızın harikulade kokusu gelmeye başladı burnuna. Gözlerinin önünde onun benzersiz güzelliği…
“Arasam mı?” diye sordu kendine. Daha geçen hafta aramıştı. Kız telefonu açmamış, “Beni arama artık, ezik!” diye mesaj atmıştı. Bir hafta içinde fikri mi değişecekti? Ona farklı bir gözle mi bakacaktı?
Ama kendini farklı hissediyordu. Sanki o an her şeyi yapabilirmiş gibi geliyordu. Her şeyin üstesinden gelebilirmiş gibi. “Şu karşıki dağı kaldır at!” deseler, kaldırıp atacaktı. “Şu bulutlara kanat çırp uç!” deseler, pencereden atlayıp uçacaktı. Telefonu eline aldı ve Pelin’i aradı. Hiç düşünmedi, korkmadı.
Son olarak ben kaldım geriye, Hikmet. Benim de varım yoğum kitaplar, edebiyat ve özellikle şiir. Paramı pulumu, gecemi gündüzümü uğruna harcadıklarım. Küçüklüğümden beri kitap kurduyum; ama üniversiteye başladım başlayalı, kendim de yazmaya başladım. Öykü, roman değil; şiir. Sadece şiir!
Şiir okuyorum, şiir yazıyorum ve şiiri yaşıyorum. Tek arzum, şiirlerimle insanların hayatlarına dokunabilmek. Ustalarınki gibi zihne kazınan dizeler yazmak. Dile dolanan dizeler. Ancak henüz istediğim başarıyı elde edemedim. Şiirlerim dergilerden ardı ardına ret alıyordu. Edebiyat çevrelerinden uzak olduğum için belki. Belki de yeterince iyi değildi eserlerim.
O gün sıcacık evde montu çıkarıp çalışma masamın başına geçince bana da garip bir hâller oldu. Beynim açıldı, zihnimin sis perdeleri dağıldı. Esin perisi geldi, oturdu içime resmen. Kalem kâğıdı elime aldım ve yazmaya başladım. Ruhumdan dökülenleri sayfalara boşalttım. Kendimi kaybetmiştim. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum. Kendime geldiğimde sayfalar dolusu şiir vardı önümde.
Üçümüz de mucizeler yaşadık o gün. Kendimizce. Nihat, bin lira yatırdığı kupondan yirmi beş bin lira kazandı. Dile kolay yirmi beş bin! Fakir bir öğrenci için küçük bir servet. Uzun bir süre o para sayesinde rahat etti. Dursun, o gün Pelin’le konuştu; hem telefondan hem de yüz yüze. Kızın evinde buluştular, geceyi birlikte geçirdiler ve o günden sonra çıkmaya başladılar. Ben, Hikmet; o gün yazdığım şiirleri daha sonra bir dosya hâline getirip Yaşar Nabi Nayır Yarışması’na gönderdim. Birincilik kazandım, kitabım basıldı ve şimdiden üç baskı yaptı.
Diğer gün mucizeler devam etti mi? Ne yazık ki hayır, diğer günler de yine hayatın sıradan günleri gibi çoğunlukla boktandı.
O günü hâlâ çok özlüyoruz.
“Pentikost Günü geldiğinde bütün imanlılar bir arada bulunuyordu. Ansızın gökten, güçlü bir rüzgârın esişini andıran bir ses geldi ve bulundukları evi tümüyle doldurdu. Ateşten dillere benzer bir şeylerin dağılıp her birinin üzerine indiğini gördüler. İmanlıların hepsi Kutsal Ruh’la doldular…”
Elçilerin İşleri / İncil
Sitedeki diğer öyküleri okumak için tıklayınız: Öyküler