Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor ve sen bir durakta bekliyorsun. Kimi veya neyi beklediğini bilmeden. Uçsuz bucaksız bozkırın ortasındaki harabe bir otobüs durağındasın. Yağmur damlaları durağın tavanını dövüyor. Bir sağa bir sola bakıyorsun. Görünürde ne bir araç ne de bir canlı var.
Gökyüzünde bir şey dikkatini çekiyor. O kadar uzakta ki, zar zor görebiliyorsun. Kalın çerçeveli gözlüklerinin ardındaki miyop gözlerini iyice kısıyorsun. Bir uçak mı? Hayır. Yaklaştıkça belirginleşiyor. Bir kuş mu? Hayır. Gittikçe büyüyor. Artık ne olduğunu görebiliyorsun. Bir insan, uçan bir insan. Sevim mi o? Evet. Omzundaki kelebek kanatlarını çırparak geliyor biricik sevgilin. Tam önüne ustaca konuyor. Kanatları rengarenk yüzlerce kelebeğe dönüşüp etrafa saçılıyor. Sağ elinde bir gelincik var, hareketsiz. Ölü mü? Beyaz gelinciği yere bırakıyor. Canlanan gelincik yeri kazıp ortalıktan kayboluyor.
Sevim gülümsüyor ve yağmur duruyor. Sevim konuşuyor ve güneş açıyor. “Sevim, ne işin var senin burada?” diye soruyorsun.
“Uzun hikâye. Ama burada soruları ben sorarım,” diyerek sağ elini kaldırıyor havaya. Elinin nazik hareketiyle ağaçlar yükseliyor yerin altından.
“Neresi burası?” diyorsun.
“Hayır hayır,” diye karşı çıkıyor, “ne dedim sana, soru sormak yok. Sen değil, ben sorular soracağım.”
“Tamam, seni dinliyorum,” diye onaylıyorsun.
Sana arkasını dönen Sevim, “Gelin!” diye bağırıyor ormana doğru. Biraz önce yerden biten tek tük ağaç, ne ara çevreni saran sık bir ormana dönüştü anlamıyorsun. Ormandan bir kalabalık geliyor. İnsan kalabalığı. Hayır hayır, kadın kalabalığı.
Bir yerlerden hüzünlü bir trompet sesi geliyor. Chet Baker mı çalıyor? Sesin geldiği yeri bulmak için önüne arkana bakıyorsun ama sesin geldiği bir yön yok. Sanki müzik beyninin içinde çalıyor. İlginç diye düşünürken kadınlar etrafını sarıyor. Hepsini tanıyorsun. Ceren mi o? Evet, ilk aşkın. Diğerleri de orada; Melis, Sude, Canan… Ne işleri var burada? Hem Canan ölmemiş miydi, birkaç sene önce bir trafik kazasında.
“Tanıdın mı onları?” diye soruyor Sevim, eski sevgililerin robot gibi sana bakarken. Ne mutlular ne mutsuz, ne kızgınlar ne sakin. Duygulardan azadeler.
“Eee… Tanıyorum, evet tanıyorum.”
“Hâlâ sevdiğin, unutamadığın biri var mı aralarında?”
Düşünüyorsun, her birinin yüzüne ayrı ayrı bakarak. “Hayır,” diyorsun, “hepsi eski zamanlarda kaldı. Zaman küle çevirdi bir zamanki gönül yangınlarını. Sadece seni seviyorum.”
Bir anda bütün kadınlar duman olup havada dağılıyor. Bir tek Sevim kalıyor. Mutluluğu gözlerinden okunuyor. Kulağına eğilip “Aferin,” diyor, “sınavdan geçtin. Bu kadar soru yeter mi yoksa başka sorular da cevaplamak ister misin?”
“Ne sınavı? Sevim, biz neredeyiz Allah aşkına?” diye tepki gösteriyorsun.
“Soru sormayacaksın diye anlaşmamış mıydık? Soruları sadece ben soracağım ama bence bu kadar yeter. Rüyadan uyanmanın vakti geldi.”
Sen “Rüya mı?” diye sorarken, baş parmağıyla alnına dokunuyor.
Uyanıyorsun.
*
Gözünü açtığında ilk gördüğün şey Sevim’in zeytin karası gözleriydi. Sen tere batmış vücudunu yatakta doğrulturken, “Günaydın, aşkım!” dedi Sevim, “Günaydın tam olarak uymuyor. Saat sabahın ikisi çünkü.”
Yazın en sıcak gecelerinden birinde, sevgilinle aynı yatakta, koyun koyunaydın. “Çok garip bir rüya gördüm,” diye başladın konuşmana. Sevim araya girdi: “Evet, gerçekten garipti. Yağmurlu havada durakta bekleyen sen, uçarak yanına gelen ben, kelebek kanatları ve gelincik, yer üstüne çıkan ağaçlar ve sevgililerin…”
“Nasıl ya! Nereden biliyorsun rüyada gördüklerimi?” diye sordun, dehşete düşmüş bir şekilde. “Daha yeni gördüğüm rüyayı nasıl… Hâlâ rüyada mıyım yoksa?” O kendine has, yüksek sesli kahkahalarından birini atan Sevim, sakalını çekti. Gözlerini yaşartacak kadar canını acıttı bu hareketi. Ama görünürde bir değişiklik yoktu. Demek ki rüyada değilim diye bir çıkarımda bulundun. Aklın allak bullaktı.
“Anlayamıyorum,” dedin Sevim’e. “Rüyamda gördüklerimi nasıl bilebilirsin, aklım almıyor.”
“Anlayamaman normal,” dedi Sevim, “çünkü anormal bir durum içindesin. Şimdi beni dikkatlice dinle, aşkım. Sana çok önemli bir şey anlatacağım. Şu ana kadarki ilişkimizde ister istemez kafanda bazı sorular oluştu, ama anlatacaklarım sayesinde aklında soru kalmayacak. Birazdan söyleyeceğim her şeyin gerçek olduğunu aklından çıkarma, tamam mı?”
“Tamam, çıkarmam,” dedin. Kalbin küt küt atıyordu. Nemli, sıcak odada nefes almakta zorlanıyordun. Şu kentin çekilmez yaz gecelerine lanet okuyordun içinden.
“İki yıldır beraberiz, ama bu gece ilk kez beraber uyuduk. Şimdiye dek seninle uyumamamı, sana güvenmediğim şeklinde yorumladın ve yanıldın. İşin içinde çok daha garip bir durum var. Bana yakın zamanda evlilik teklifinde bulunacaksın. Hazırlıklar yaptığının farkındayım. Ama bana teklifte bulunmadan önce bilmen gereken bir şey var…”
Elin ayağın titreyerek “Beni korkutma lütfen. Kötü bir şey yok, değil mi?” diye sordun.
Sevim gülümsedi. Gamzeleri içini ısıttı. “Hayır, kötü bir şey değil. Sadece sıra dışı ve bu yüzden nasıl tepki vereceğini bilmiyorum. Fazla uzatmadan konuya gireyim: Annemden bana kalan bir tuhaf yetenek var. Birisiyle beraber uyuduğumda onun rüyalarını görebiliyorum.”
“Nasıl yani?”
“On beş dakika önce yaşadığın gibi. Annem, büyük annem, büyük büyük annem; hepsinde bu yetenek varmış. Neden böyle olduğunu bilmiyorum. Bir sebebi yok sanırım. Ama gerçek de ortada. Çocukken herkesin anne babasının benimkiler gibi ayrı yataklarda yattığını sanırdım. Öyle görmüştüm evimizde. Büyüyünce durumun tam tersi olduğunu gördüm. İşte, bu yüzden seninle hiç aynı yatağı paylaşmadım ve eğer evlenirsek paylaşmayacağım. Beni böyle kabul edecek misin?”
Şaka mı yapıyor acaba diye düşündün. Ama Sevim’i daha önce hiç bu kadar ciddi görmemiştin. “Seni her halinle kabul ediyorum. Fakat ben seninle aynı yatağı paylaşırım. Ne olursa olsun…”
“Hayır, söylemesi kolay, gerçekleştirmesi zor bir şey bu. Annemin anlattığına göre, babam da evliliklerinin ilk günlerinde bir süre bunu denemiş ama tahmin et ne olmuş? Babam sonunda uyumaya korkar hale gelmiş. Çünkü rüyalar saçma şeylerle doludur. Kontrol edemediğin istekler, bilinç altında biriken sırlar, kendinden bile sakladığın arzular… Bir nevi çöplük gibidir. Bir de gördüğümüz rüyaların sadece çok azını hatırlarız. Hatırlamadıklarımızda da neler olur neler.”
O tuhaf yaz gecesinde ikinizin de hiç uykusu gelmedi. Sabaha kadar konuştunuz. Enine boyuna tartıştınız konuyu. Bir hafta sonra Sevim’e evlilik teklifinde bulundun. Bir yıl sonra evlendin. Aynı odada, ama ayrı yataklarda yattınız. ‘Tek yastıkta kocamak’, ‘Aynı yastığa baş koymak’ gibi sözler duyduğunuzda birbirinize hınzır gülüşler atmayı unutmadınız.
Beş yıl sonra ilk çocuğunuz oldu. Bir kız. Adı, Öykü. Hangi sıra dışı yeteneğe sahip olduğunu söylememe gerek yok, değil mi?
Sitedeki diğer öyküleri okumak için tıklayınız: Öyküler