Elin Nişanlısına (Öykü)

Elin Nişanlısına

“Yılbaşı çiçekleri açarken kabrimde, ben…”

“Ne saçmalıyon lan? Ne yılbaşı çiçeği, ne kabri!”

“Bi’ dinle hele: Yılbaşı çiçekleri açarken kabrimde, ben bulutların üstünden sana…”

“İyi misin oğlum sen? Kaç bira içtin? Ne ara zil zurna sarhoş oldun?”

“Ya bi’ sus! Sözümü bitireyim Allah aşkına: Yılbaşı çiçekleri açarken kabrimde, ben bulutların üstünden sana… Iıı… Bakıyo’… Yok! Ağlıyo’… Cık! Gülümsüyo’, hah gülümsüyor olacağım.”

“Üç bira içince şair oldun demek Hasan!”

“Üç bira deyip geçme, üç Amsterdam içtim. Alkol oranı yüzde sekiz. Boru değil. Altı bira içmiş sayılırım yani. Bu arada, senin gibi başarısız bir öykücü olacağıma, sarhoş bir şair olurum daha iyi. Dur, şu yılbaşı çiçekleri dizemi Sinem’e atayım.”

Kan beynime sıçradı. “Saçmalama lan!” diye bağırıp, elindeki cep telefonunu tek hamlede kapıp kaçtım. “Kız nişanlı, anasını satayım. Nişanlı kıza gece gece mesaj mı atcan? Kafayı mı yedin?” Sinem, Hasan’ın eski sevgilisi oluyordu. Altı yıllık birliktelikten sonra Sinem, üç ay önce ondan ayrılmış, bir ay içinde başka biriyle nişanlanmıştı.

“Ver lan telefonumu!” diyerek ayağa kalktı. Üstüme yürüdü. Sağa çekiyordu adımları. Elinde bastonuyla adım atan devasa Atatürk heykelinin arkasına koştum. “Beni seviyo’ Sinem. O şerefsizle nişanlı olabilir ama beni seviyo’ tamam mı?” Ayakta zor duruyordu. Beni yakalamaya çalıştı. Sadece bir bira içmiş olan, ayık beni yakalaması imkânsızdı. “Bir gün bana döncek. Onunla evlenmiycek. Benimle evlencek lan!” Heykelin etrafında iki tur attık. Yılbaşı gecesi, körfeze karşı sahilde demlenenler bir süre meraklı gözlerle bizi izledi. Sonra ciddi bir mevzu olmadığını anlayınca ilgilerini kaybettiler. Kendi dertlerine daldılar. Heykelin çevresinde üçüncü turumuzu atarken ayakları birbirine dolaştı, yere kapaklandı. Yanına koştum. Mermer zeminde yüz üstü yatıyordu. “İyi misin Hasan?” diye sordum.

“Bok gibiyim, kardeşim,” dedi. Sesi titriyordu: “Rezil bir haldeyim. Sevdiğim kız, iki ay sonra evlencek. Elimden bi’ bok gelmiyo’. Ne işim var ne gücüm. Kızı kaçırcak cesaretim de yok. Kızın kaçmaya gözü de yok. Yok oğlu yok… Yapayalnızım, kimsesizim, çaresizim…”

“Ben varım ya oğlum,” dedim. Gözlerimin içine bakarak, “Sen varsın doğru, ama senin de kendine hayrın yok ki. Benden beter durumdasın. Atanamamış bir öğretmensin. Cebinde beş kuruş para yok. Meteliğe kurşun atıyon. Kaç yaşına gelmişin, babandan para alıyon. Hiç atancak mısın, o da belli değil. Ha, bi’ de boktan öyküler yazıyon. Sürekli oraya buraya yolluyon. Sonuç, elde var sıfır. Kusura bakma ama kardeşim…” dedi.

“Haklısın,” dedim, “yerden göğe kadar haklısın.” Yüzüm düştü. Adamın en azından arkasından ağlayacağı bir eski kız arkadaşı vardı. Bende o da yoktu. En son ne zaman bir kızın ellerini tutmuştum, onu bile hatırlamıyordum. İçim karardı.

Benim yardımımla toparlanıp yerden kalktı. Tekrar kıçının üstüne oturdu. Yüzünü heykele döndü. “Çok yalnızım be Atam!” diye bağırdı. Etraftaki birkaç genç, kahkaha attı. O da gülümsedi. “Tıpkı Kadir İnanır gibi oldum lan. Hangi filmdeydi bu replik? Sen bilirsin.”

“Filmi hatırladım. Hatta sinemada izlemiştim. Ortaokulda. Ama adını hatırlamıyom valla.”

Ayağa kalktı. Düşecek gibi olunca, omzuna girdim. “Boş ver, kafaya takma… Senden bi’ isteğim var,” dedi. Yüzüne baktım. ‘Telefonu mu istiycek,’ diye düşündüm. Midye karası gözleri yaşarmıştı. “İnternetten, Kazım Koyuncu’nun Hayde parçasını açcan mı kardeşim?” dedi. “Canım çok çekti, biliyon mu…”

Hâlâ elimde sıkı sıkı tuttuğum telefonuna bakınca, “Bende internet hakkı yok, boşuna bakma,” dedi. “Bende de yok,” deyince bir süre sustuk. Bitik bir haldeydik.

Körfeze doğru yürürken, bir anda yüzünde güller açtı. Kendi söylemeye başladı türküyü. Ben de ona eşlik ettim. Ağlaya ağlaya, bağıra bağıra türkü söyledik. Bir iki genç de bize katıldı. Ellerinde biralarla. Gelen yıla, giden ömre, geceye, yoksulluğa, açlığa, sevgisizliğe, umutsuzluğa, yarınsızlığa inat; bir Karadeniz türküsü çığırdık İzmir’den, serin bir gece vakti:

 

“Hayde gidelum hayde

Dağa karayemişa

Elun nişanlisina

Ben nasil diyem haydi…”


Sitedeki diğer öyküleri okumak için tıklayınız: Öyküler