Tık tık Tık, yirmi altı, Tık tık Tık, yirmi yedi, Tık tık Tık, yirmi sekiz…
İlkbahar güneşi altında, sarı buğday tarlaları parıldıyor. Uçsuz bucaksız tarlaların ortasından, kara bir yük treni sakin sakin geçiyor. Ortaokul beşinci sınıf öğrencisi Hasan, tüm dikkatiyle trenin vagonlarını sayıyor. Otuz. Yatılı Bölge Okulu’nda okuyor ve şansa bakın, sınıfının pencereleri tren yoluna bakıyor. Otuz iki. Boyu kısa olsa da, tren vagonlarını daha rahat sayabilmek için sınıfın en arkasında ve cam kenarında oturuyor. Trenin düdüğünü duyar duymaz, gözleri tren yoluna kayıyor. Otuz dört.
Geçen yıl göç etmişlerdi buraya; başı karlı dağların arasındaki köylerinden, bu tarlalar arasındaki kasabaya. Bir trenle. Neden göç ettiklerini sorduğunda, kan davası demişti babası. Otuz altı. On altı saat sürmüştü bitmek bilmeyen yolculukları. O günden beri, Hasan’ın aklı fikri trenlerde. Otuz sekiz. Bazı geceler rüyalarına giriyor sonu gelmeyen trenler. Yılan gibi kıvrılıyorlar siyah beyaz rüyalarında. Kırk. Büyüyünce makinist olmayı hayal ediyor. Nasıl olacağını bilmese de, bir hayale sahip olmanın mutluluğunu yaşıyor. Kırk iki.
Trenin vagonları bitiyor. Tren yolu bozkırın sessizliğine katılıyor. Kırk iki vagon, hiç de fena bir sayı değil; ama rekoru kıramıyor. Rekor kırk altı vagon. Üç ay önce, yağmurlu bir günde kırk altı vagondan oluşan bir tren geçmişti. Merak ediyor: Acaba, bir tren en fazla kaç vagon taşıyabilir? Öğretmenine sorsa, dersle alakalı bir soru olmadığı için ona kızmasından korkuyor. Arkadaşlarına sorsa, onunla dalga geçmelerinden çekiniyor. Oysa bu soru Hasan için çok ama çok önemli. Matematik, Fen, Türkçe, Sosyal Bilgiler… Hiçbir derste bu sorunun yanıtını öğrenemiyor.
Öğretmeni sesleniyor hala pencereden dışarı bakan Hasan’a: “Hasan, evladım yine trenleri mi izliyorsun?” Bütün sınıf dönüp ona bakıyor, hep birlikte gülüyor. Hasan utanıyor, yanakları elma gibi kızarıyor. Öğretmen yine soruyor: “Evladım, sana söylüyorum: Yine trenlerin vagonlarını mı sayıyorsun?” Sınıf gülmeye devam ediyor; Hasan başını önüne eğiyor.
“Kimse beni anlamıyor,” diyor Hasan içinden. “Herkes benimle dalga geçiyor. Sınıftakiler beni sevmiyor. Dağlı diyorlar. Oyunlarına bile almıyorlar…” Öğretmen yavaş adımlarla sınıfın arkasına yürüyor. Hasan’ın sırasının ucunda duruyor. “Hasan,” diyor öğretmen. “Hasan, kafanı kaldır. Yüzüme bak.”
Kafasını kaldırıyor Hasan. Korkarak öğretmenin yüzüne bakıyor. Öğretmenin yüzünde ise şefkat dolu bir gülümseme beliriyor. “Kaç vagon saydın Hasan?” diye soruyor öğretmen, elini Hasan’ın omzuna atıyor.
“Kırk iki vagon öğretmenim,” diyor Hasan. Sınıftakiler kahkaha atınca, öğretmen bağırıyor: “Susun, bunda gülecek ne var?” Sınıf şaşırıyor, susmak zorunda kalıyor.
“Peki, şu ana kadar en fazla kaç vagon saydın Hasan?”
“Kırk altı vagon öğretmenim.”
“İnanır mısın Hasan, ben elli vagon saymıştım bir keresinde.”
“Gerçekten mi öğretmenim?” diye soruyor Hasan. Heyecandan sesi yükseliyor.
Öğretmen, tahtanın önüne yürürken yanıt veriyor: “Evet, gerçekten. On beş yıl önceydi. Köydeki arkadaşlarımla en büyük eğlencemiz, köyün yakınından geçen trenlerin vagonlarını saymaktı. Bir keresinde, tam tamına elli vagonluk bir yük treni geçmişti. O gün gözlerimize inanamamıştık. Çok ama çok sevinmiştik.”
Bütün sınıf şaşkın şaşkın öğretmene bakarken, Hasan’ın yüzünde gülücükler açıyor. Hem öğretmen hem de Hasan mutlu gözlerle birbirlerine bakıyorlar.
Hasan uzun süredir sormak isteyip de soramadığı soruyu sormaya karar veriyor: “Öğretmenim, size bir şey sorabilir miyim?”
“Tabii ki, sorabilirsin. Seni dinliyorum.”
“Bir tren en çok kaç vagon taşıyabilir?”
Öğretmen bir süre düşünüyor.
“Ne yalan söyleyeyim, bilmiyorum Hasan. Ama elli vagon taşıdığına şahit oldum. Eğer daha fazla vagon taşıdıklarını görürsen, beni haberdar eder misin?”
“Ederim öğretmenim,” diyor Hasan.
“Teşekkür ederim Hasan,” dedikten sonra öğretmen, sesini yükselterek tüm sınıfa soruyor: “Nerede kalmıştık?”
Kendi sorusuna kendi cevap veriyor: “Atatürk 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmıştı. Daha sonra…”
Sitedeki diğer öyküleri okumak için tıklayınız: Öyküler