Yer altı kaynakları tükenene dek eski bir maden kolonisi olan, daha sonra ise sürgün gezegeni olarak kullanılan Mylov’da, Azim’in ilk günüydü. Cezaevi uzay gemisinin fırlattığı tek kişilik kapsülü, gezegene iniş yapalı daha bir saat olmamıştı. Üzerinde başka bir insan olmayan gezegende, dolandırıcılık suçundan dolayı mahkum olduğu üç yıllık sürgün cezasını çekmek zorundaydı.
Değerli cevherleri için tüm yüzeyi delik deşik edilmiş gezegeni tanımak maksadıyla kısa bir gezintiye çıkmıştı. Altında, motosiklet benzeri eski püskü bir yüzey aracı vardı. Çok hızlı gitmese de ayaklarını yerden kesiyordu. Arkasında kara tren gibi simsiyah bir toz bulutu bırakıyordu.
Mylov’da göz alabildiğine her yer ve her şey siyahtı. Siyahın farklı tonlarından ibaretti dağlar, ovalar ve vadiler. Denizin, göllerin ve nehirlerin bile, insanın içini karartan koyu bir rengi vardı. Eski bir maden ocağı ağzının önünden geçerken bir ses duydu:
“Atendu, vojaĝanto! Mi havas demandon por vi.” [1]
Yüzey aracını durdurup sağa sola baktı. Maden ocağının girişinde biri vardı. Topallayarak yavaşça Azim’e doğru yürümeye başlamıştı. Gezegendeki yırtıcı hayvanlara karşı kendisine verilen şok silahını sağ eline aldı Azim.
“Kimsin sen?” diye bağırdı, silahı doğrultarak. O sivri zeka cezaevi yönetimi nasıl böyle bir hata yapmıştı? Başka bir insanın yaşadığı bir gezegene mi sürgün edilmişti?
“Aaa, Türkçe demek! O zaman Türkçe konuşalım: Bekle, yolcu! Sana bir sorum var.”
Azim şaşkınlıkla kendisine yaklaşan şeyi izliyordu: Bir kolu kopmuş, bacakları ezilmiş, dış kaplaması yer yer paslanmış yer yer kalkmış, iç aksanları ve kabloları gözüken bir android. İçler acısı bir haldeydi. Hurdadan bir farkı yoktu.
Silahını tekrar beline takan Azim, “Ne sorusu?” dedi, “Senin soru soracak halin mi kalmış?”
“Ben, Sfenks’im. Sana bir bilmece, soru soracağım. Eğer bilirsen, seni öldürmeyeceğim. Bilemezsen hemen canını alacağım.”
Azim, gezegendeki ilk kahkahasını attı:
“Sen benim canımı alacaksın ha! Hiç güleceğim yoktu. Senin ayakta durman bile mucize.”
Birkaç adım daha yaklaştı android:
“Ben, canavar Sfenks’im. Başım kadın başıdır, gövdem aslan gövdesi. Yedi kapılı Thebai’ye kan kustururum. Bilmecelerimi bilmeyenlerin canını alırım…”
İlkokul terk Azim, meraklı bir şekilde dinliyordu:
“Hiç duymamıştım adını. Ne Sifeks’i bilirim ne Dubai’yi.”
“Sifeks değil, Sfenks; Dubai değil Thebai!” Androidin çarkları daha hızlı dönmeye başladı. Azim’in burnuna yanık plastik kokusu geliyordu.
“Sor bakalım sorunu, Sfenks. Belki bilirim belki bilmem. Sadece Allah bilir her şeyi.”
“Sorum şu, kulaklarını aç, iyi dinle: ‘Köklerini kayaların arasına sal; böylelikle rüzgar tüm yapraklarını koparıp alsa bile sen ona karşı durmayı başarırsın.’ sözü hangi büyük yazara aittir?”
Azim kel kafasını kaşırken, “Vallahi en son ne zaman kitap okuduğumu bile hatırlamıyorum. Başka sorun yok mu? Şöyle hayatın içinden bir soru olsun. Misal, şöyle arabesk şarkıcılarından…”
Androidin çarkları tekrar hızlandı:
“Hayır hayır, tek bir soru hakkın var. Ya bilirsin ve yaşarsın kara yazgılı Oidipus gibi bu diyarda, ya bilemezsin ve ölür gidersin Hades’in ülkesine.”
“Bilmiyorum işte. Ne yapayım, canımı mı alacaksın?”
“Evet, canını alacağım tam şu anda,” diyen android, sağlam kolunu havaya kaldırdı ve Azim’in üstüne yürüdü. Azim orta şiddetli bir sağ yumruğu, androidin göğsüne geçirdi. Yere düşen android zorlukla ayağa kalktı:
“O zaman, sana bir ipucu vereyim: Yüzüklerin Efendisi’nin yazarıdır kendisi. Artık bilirsin herhalde.”
“Hayır, bilmiyorum. İlk kez duydum.”
“Sen ne kadar cahil bir insansın,” diye bağırıp saldırıya geçti android. Kendini tekrar yerde buldu. Ayağa kalktığında, hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya kaldığı yerden devam etti:
“Sadece soyadını söylesen bile yeter. Bak sana bir ipucu daha: T ile başlıyor, N ile bitiyor. Hatırladın mı?”
Sıkılmaya başlayan Azim, yüzey aracının üstüne bindi:
“Hayır, bilmiyorum. Boşa dil dökme! Hem senin ne işin var bu ıssız gezegende?”
“Onu da ben bilmiyorum. Bilgi küpü bir android idim bir zamanlar. Uzun yıllar kütüphanelerde hizmet ettim insanlara. Son sahibim beni kapattı. Gözümü tekrar açtığımda buradaydım. Bir başına…”
Yüzey aracının arkasında yer açtı Azim:
“Demek ki seni bir çöp gibi buraya atmış zalım sahibin. Gel, arkama otur. Beraber gidelim benim yaşam alanıma. Önümde üç koca yıl var. Seni tamir ederim. Sen de bana yoldaşlık edersin.”
Azim’in arkasına hevesle bindi ve tek koluyla ona tutundu:
“Tıpkı, Robinson Crusoe ve Cuma gibi olacağız!”
Gülümseyerek arkasına dönen Azim, “Allah seni inandırsın, onu da ilk defa duyuyorum. Ama anlatırsın bana, birlikte geçireceğimiz bir sürü gün var daha,” dedi ve gazı kökledi.
[1] Bekle, yolcu! Sana bir sorum var. (Esperanto)
Sitedeki diğer öyküleri okumak için tıklayınız: Öyküler