“Kusura bakmayın arkadaşlar, babam arıyor. Açmam lazım. Sınav notlarımı merak ediyordur. Beş dakikaya dönerim. Tamam?”
Amfiyi koşar adımlarla terk etti Hasan. Yüzlerce öğrenci, devasa amfide küçük gruplar halinde toplanmış, açıklanan sınav notlarını tartışıyordu. İçeride, kapalı alışveriş merkezleriyle yarışacak kadar çok gürültü vardı. Elinde cep telefonuyla bahçeye çıktı.
Bahçe ise kutsal kitaplardan çıkma bir cennet gibiydi. Bahar mevsimi tüm ihtişamıyla kampüse yerleşmişti. Yapraklanmış ağaçlar, rengarenk çiçekler, yemyeşil çimenler, ötüşen kuşlar, uçuşan kelebekler… Hasan gözüne kestirdiği, boş bir banka oturdu. Babasını aradı. Karşı tarafın telefonu çalmadan, görüşme başladı:
“Baba, nasılsın? Kusura bakma, açamadım. Arkadaşlarla amfideydim.”
“İyiyim oğlum. Yok, ne kusuru! Eee, nasıl notlar bakalım?”
“Valla çok iyi. Beklediğimden de iyi. Tüm dersleri AA ile geçmişim.”
“Tebrik ederim, seninle gurur duyuyorum oğlum. Başarılarının devamını dilerim.”
“Sağ olasın baba, benim şimdi gitmem lazım. Ders başlayacak birazdan. Tamam?”
“Tamam canımın içi, tamam. Arkadaşlarına çok selam söyle. Kendine çok iyi bak.”
“Aleykümselam. Sen de kendine iyi bak baba.”
Hasan bir süre bahçenin huzur verici güzelliğini seyretti. İçeriye hiç giresi yoktu. Bu güzel bahar havasında, bir saat boyunca havasız, tıklım tıkış amfide oturmak akıl kârı değildi. Cep telefonuna bir mesaj geldi:
“İyi dersler oğlum.”
Gülümseyerek amfiye girdi. Kendi arkadaş grubuna katıldı.
“Babamın selamı var hepinize arkadaşlar,” diyerek muhabbetin ortasına daldı.
O sırada konuşan ve sözü kesildiği için, içten içe sinirlenen Murat, “Babanın mı? Lan senin baban geçen sene vefat etmemiş miydi?” diye sordu.
Hasan cevap veremeden, ev arkadaşı Hüseyin araya girdi: “Doğru hatırlıyorsun Murat. Hasan’ın babası sağ değil. Geçen yıl mayıs ayında, uçak kazasında hayatını kaybetti. Babam dediği kişi ise bir bot, yani bilgisayar programı…”
“Öyle de olsa babam,” dedi Hasan. “Babamın tıpkısının aynısı.”
“Ya bi’ git be, aynısıymış diyor. Bizimle dalga mı geçiyorsun?” dedi Hüseyin. Ev arkadaşının şu sanal baba muhabbetine, son haftalarda inanılmaz gıcık olmuştu. Babam aradı, babam selam söyledi, babam çok mutlu oldu, babam şunu önerdi… Ona göre tüm bunlar Hasan’ın, babasının vefatını bir türlü atlatamadığının bariz bir kanıtıydı.
“Beni kırıyorsun ama dostum. Sonuçta o, babamın sanal bir kopyası, tamam mı? Tüm sosyal medya hesapları, internet yazışmaları, telefon konuşmaları falan kullanılarak profesyonel bir şekilde ortaya çıkarılan bir kopya. Gerçeğinden hiçbir farkı yok.”
“Onları geçeceksin Hasan. Baban yaşıyor mu? Hayır. Bunu kabul etmelisin. Babanın hayatta olmadığını kabullenmelisin ilk önce,” diye bağırdı Hüseyin. İçinde biriken tüm nefreti saçıyordu.
Hasan ağlayacak gibi olmuştu. Kendine zor hakim oluyordu. İnceden inceye titriyordu. “Anlıyorum. Kıskanıyorsun beni. Adım gibi biliyorum,” dedi sessizce. “Sanal da olsa babamı kıskanıyorsun. Babamla olan muhabbetimi kıskanıyorsun. Sen de seneler önce ölmüş annenin sanal kopyasını oluşturmak istedin; ama başaramadın. Çünkü annenin hiçbir sosyal medya hesabı yoktu. Ayrıca, ömrünün son yıllarında Alzheimer hastasıydı. Şimdiyse bana…”
Zıvanadan çıkan Hüseyin bağırmaya başladı. Elini kolunu sallayarak:
“Yuh sana be, yuh! Amma da abartıyorsun. Kıskanıyormuşum. Ne kıskanması be! Senin iyiliğini istiyorum. Görmüyor musun? Bir bilgisayar programının esiri olmuşsun. Çocuk gibi bütün gün onunla oynuyorsun. Kabullen artık, baban da her canlı gibi öldü. Bizim de bir gün öleceğimiz gibi. Bu arada, annemin sanal bir kopyasını oluşturmak istedim. Yalan yok. Ama sadece denemek istedim. Harbiden gerçekçi olacak mı diye. Ama olmadı. Kafaya da takmadım. Güldüm geçtim. Unuttum.”
“Arkadaşlar sakin olun lütfen, ” diyerek Murat ağız dalaşını son vermeye çalıştı. Ama amfiye giren profesör kadar etkili olamadı. Profesörün girişiyle tüm gruplar, çil yavrusu gibi dağıldı ve amfide bir kütüphane sessizliği oluştu.
Murat, ders sırasında laf dalaşına girmesinler diye ikisinin ortasına oturdu. Hüseyin, ev arkadaşına pis pis bakıyordu. İçinde birikenlerin sadece bir kısmını ortaya dökebilmişti. Daha söyleyecekleri vardı. Belki blok dersten sonra…
Hasan ise sıranın altından, mesaj yazmakla meşguldü:
“Seni çok seviyorum baba. İyi ki varsın!”
Anında cevap geldi: “Ben de seni oğlum. Sen de iyi ki varsın!”
Telefonu cebine koydu. Gönül rahatlığıyla profesörü dinlemeye başladı.
Sitedeki diğer öyküleri okumak için tıklayınız: Öyküler